Efsane başkan, efsane yıllar!…
‘’…..Bağkur primlerinde biraz sıkıntı olmuş galiba, o yüzden bilgisayar izin vermiyormuş, Umut’u muayene ettiremedik hocam’’ dedi, alnında biriken teri, artık iyice ufalanmış selpak mendiliyle bir daha silerek. Canının çok sıkkın olduğu ve bunu göstermemek için nasıl da yorulduğu o kadar belli ki. Bu arada, biraz önce epeyce birikmiş ter kalabalığının bir kısmını toplayarak Refik abi’nin yan cebine inen selpak topağından bir kaç kırıntı, alnıyla kulağının arasında bir yerlerde yapıştı kaldı. Elimle, kendi alnımı siler gibi yaptım gayrihtiyari. Belki alır bu tuhaf mesajı da, siler o selpak parçasını ümidiyle baktım yüzüne. Hiç oralı değil! Kapının ağzından gövdesinin yarısını uzatmış, ilk fırsatta çekip gidecek bu tatsız ortamdan. Yavaşça konuşup oturttum karşıma, iki çay söyledim. Biraz sakinleşti. Giderek eprimeye yüz tutmuş, belli ki bir zamanlar kaliteli kumaşlardan ısmarlama dikilen takım elbisesinden, kendi şahsi tarihinde iyi paralar da kazandığı anlaşılan Refik abi, utangaç bir sıkıntıyla, hastane bilgisayarının Bağkur numarasına geçit vermediğini ve oğlu Umut’u muayene ettiremediğini anlatıyordu. Hava çok sıcaktı. Bilmem kaç yıldır burdaydım ve bu semte dair mutsuzluğum hiç bitmeyecekti galiba.
Refik abi’nin sıradan bir şey anlatır gibi başladığı muhabbet de tuhaf bir yerlere koşturup gitmişti:
‘’…. Oğlan 16 yaşında, biliyosun, top hastasıdır. Her sene senden alırım sağlık raporunu. Mahallemizin takımı dedik, hiç karşılıksız verdik takıma. Geçen sene Zeytinburnu istedi, anlaşamadık, ‘’çocuk biraz daha pişsin, ezilir orda’’ dedi zaten hocası. Galatasaray alt yapıdan falan da geldiler, çok beğendiler çocuğu. İkinci Hakan şükür dediler, kulağımla duydum. Okulda da iyidir maşallah. Tertemiz, sakin, hani nasıl derler kız gibi bir oğlan, öyle uysaldır. Hocaları da çok sever. Bi tane oğlan hocam, daha ne diyim, varımız yoğumuz. Kızlardan bize hayır yok. Birisini zaten everdik, bi polis istedi, verdik; tayini çıkmış, çekti gitti Tokat’a. Öbürü tutturdu tiyatrocu olcam diye, bir yerlere gidip geliyor, bakalım ne yapacaksa? Tek umudumuz bu, adını da en baştan ‘’Umut’’ koyduk, anla artık! Neyse, üç hafta önce Alibeyköy maçındayız, deplasmanda, 2-0 da öndeyiz. Umut attı birini, öbürüne de asist yaptı. 85. dakikaydı galiba, Alibeyköy’den bir ayı var, afedersin bizim çocuğa çift ayak girdi, oğlan epey bir kıvrandı. Ben de tribündeyim, arkadaşlar zor tutu, atlayıp dalacağım ayıya. Öyle sinirlenmişim. Neyse, maç bitti, aldım buraya getirdim. Film falan çektirdik. ‘’Hafif et eziği’’ dediler, bi şeyi yok! Kremle oğdu annesi, yattı sonra da. Gece uyuyamadı, sabaha kadar inledi çocuk. Sonra geçti gitti. Üzerine iki maç daha oynadı. Fakat son bir haftadır ayağının üzerine basamıyor. ‘’Baldırımın üst tarafı ağrıyor’’ diyor. Bildiğin topallıyor. Yeniden geldik buraya. Sağolsun Haluk bey baktı, emar memar derken, kist var dediler önce. Sonra, tümör olabilir dediler. Sarkom mu ne öyle bi şey. Alibeyköy maçıyla bi alakası yokmuş yani. Netice, ameliyat hocam. Ameliyattan sonra biraz da ışın tedavisi falan deyince yıkıldım haliyle. Tek umudumuz bu çocuktu hocam. Dedim ya, Umut’u gören, direkman, yeni Hakan Şükür diyordu! Önemli değil artık, isterse hiç oynamasın, yeter ki ona bi şey olmasın. Oğlum iyileşsin yeter, bir şeyde gözüm yok. Umut dirençli çocuktur ama, biliyorum atlatır. Ameliyat parasında sıkıntım var hocam. Hiç beklenmedik bir durum tabii ki. Ben böyle bir adam değildim hocam. Dükkanı 2001 krizinde kapatınca, primleri de ödeyemedik haliyle. Şimdi bize bir çare…’’
Kestik…
Bacağı değil, muhabbeti…
503 deki hasta odasındayız. Umut’un ameliyat iyi geçti. Refik abi gizli gizli ağlıyor koridorda. Umut’un arkadaşları gelmiş ziyaretine, odada epey bi gürültü var. Çocukların kimisi formalı, kimi eşofmanlı, çantalı. Aranjman çiçek yaptırmışlar, çikolata getirmişler. İlle bi tane yedirdiler,yedik mecburen. Takımın hocası da gelmiş. Gençten bi delikanlı o da. Takımın gedikli yöneticisi Foto Salim, ‘’aramızda para topladık ama gerek kalmadı, sağolsun hocam halletti’’ falan diye konuşuyor birisiyle telefonda.
Odayı dolduran irili ufaklı futbolculara baktım. Umut yatakta yarı uzanmış arkadaşlarına bakıyor. Biraz süzülmüş, mahzunca gülüyor yapılan şakalara. Çocukların sebepsiz neşelerini seyrettim bir süre.
Umut’a baktım yeniden. Yatağın kenarındaki komodinin üzerinde duran emar dosyasına sonra! Nerden aklıma geldiyse, ‘’futbolcuların hepsine de çekap yapalım’’ dedim, yanımda dikilen Salim’e.
‘’Nası yani?’’ dedi Salim.
‘’Hepsini de genel bir sağlık kontrolünden geçirelim, bir hastalık falan varsa, önceden tespit etmiş oluruz.’’
Çocuklara döndüm sonra, ‘’yarın sabahtan itibaren hepinizi bekliyorum. Aç karına geleceksiniz yalnız.’’
Topçularla muhabbetim böyle başladı. Futbolla ilişkim yok denecek kadar azdır aslında. Çocukken hastalıklı, kısa boylu, çelimsiz birisiydim. Bayrak törenlerinde, resmi geçitlerde en arka sıraya gönderilen, soluk benizli bir çocuk. Kendi aramızda yaptığımız maçlarda da kimse hesaba katmazdı beni, biliyorum. En fazla kaleye geçerdim, o da oyuncu eksikse! O kadar. Sonra kitapları keşfettim de, kendi kurduğum dünyanın korakor maçlarında kayboldum gittim, şükürler olsun!
Umut’u taburcu ettik. Ama, Refik abi’nin omuzları bir daha hiç kalkmadı yukarıya. ‘’Olsun, oğlumun canından kıymetli mi’’ dese de, yıkılan Hakan Şükür hayallerini okuyabiliyordum gözlerinden.
Bizim çocukların çekapları iyi çıktı. Salim’in şekeri yine yüksek. ‘’Hocam, aslında dikkat ediyorum yediğime içtiğime de, deplasmanlarda çıkıyor şekerim, sitresten biliyon mu’’ dedi, elini sallayarak.
Çocuklar belki de hayatlarında ilk kez, onlarla ilgili duyulan bir kaygının şefkatli izlerini taşıyan çekap dosyalarıyla gelip gittiler odama. Muhabbet koyulaştı. Rahmetli babamdan dolayı Fenerbahçeli olduğuma çok sevindi bir kısmı. Kalanları hürmeten seslerini çıkarmadı. Ama hepsi de, koskoca doktorun fair play ile play of’u birbirine karıştırmasına epeyce güldüler. Her maçtan sonra evlerine götürüp yıkadıkları formalarını ve eşofmanlarını bizim çamaşırhanede yıkatmaya başlayınca, iyice keyiflendiler.
O hafta, takım yeni sezona hazırlanıyordu. Forma, krampon ve eşofman lazım derken, yeni formalar hastane sponsorluğunda yaptırıldı, yeni toplar, kramponlar alındı. Parkın önüne sıralandık; renklerine kendilerinin karar verdiği çantalarının içine koydukları yeni eşofman takımlarıyla fotoğraf çektirdik.
Derken, bir akşam telefonda, ‘’hocam çıkmadan, müsaitsen yönetim olarak seni bir ziyaret edeceğiz’’ dedi Salim. Geldiler. Çay ve kurabiyelerden sonra direkt mevzuya girdi Salim:
‘’Hocam önümüzdeki hafta kulübün genel kurulu var. Arkadaşlarla istişare ettik, karar verdik, başkan olarak seni istiyoruz. Bizi kırma!’’
Tuhaf bir heyecan bastı içimi. Gelirken yanlarında kulübün flamasını da getirmişler, duvardaki diplomanın üzerine astım. Fena durmadı.
Bir sonraki hafta, 2. Amatör kümede mücadele eden spor kulübümüzün başkanıydım. Hemen o akşam kulüple ilgili kendimce bir iş planı yapmış, yapılacak işlerin listesini de yardımcılarımla birlikte hazırlamış, hızla faaliyete başlamıştık. Önce kulübün tarihini ve geçmiş başarılarını ortaya çıkarmalıydık. Ne zaman kurulmuştu bu kulüp, kimler kurmuştu? Şampiyonluklarımız, kupalarımız, şiltlerimiz; hepsini toparlamalıydık.
Kulübün kurucularını bulduk, tek tek aradık telefonla. Bir kısmı işkillendi. ‘’niye arıyorsunuz falan’’ diye. Güzel bir yemek yedik, bilmem ne düğün salonunda. Bir kaç tanesi, hala, resmi bir davet korkusuyla geldi yemeğe. Sonra rahatladılar ve sevindiler. Galata’da yaptırdığımız şiltleri takdim ettik sırasıyla.
Kulübün tüm evraklarını, kupalarını falan topladığımız küçük bir müze yaptık sonra. Yeni kulüp binası, yeni kramponlar, hastane logolu yeni formalar, eşofman takımları, çantalar; her şey çok güzeldi.
Sezon başladı. Yönetici arkadaşlar serbest giriş kartı çıkartmışlar, İlk gün heyecanıyla tribünde yerimizi aldık. Maçtan hemen önce Salim’in, ‘’hocam, soyunma odasına gitsek de çocuklara bi konuşma yapsanız, moral motivasyon için. Fazla da kalmayalım ama, antrenör bozulur sonra’’ cümlesindeki karışık mesajların da sıkıntısıyla soyunma odasına vardık. Çocuklar, nemli, izbe bir odada zıplayıp hopluyorlar. Başlarında antrönerleri Necmi. Necmi, ‘’evet beyler, şimdi başkanımız konuşacak, dinleyelim’’ dedi. İlk başkanlık konuşmamı yaptım böylece. Ne söyleyecektim ki,
‘’Sahaya girin ve efendice oynayın’ dedim. Rakip takımdaki çocuklar da sizin arkadaşlarınız, sert yapmayın, faüllü oynamayın’’ falan filan.
Sesizce dinlediler. Tribüne dönerken Salim bir şeyler söylemeye çalışıyordu. ‘’Hocam, şimdi güzel şeyler söyledin de pek işe yaramaz afedersin. Esasında takımı motive etmek lazım bi yerde. Bu maçı alacaz başka yolu yok şeklinde olsa daha iyi olurdu!’’
Maç başladı. Demek ki içimde bir başkanlık hırsı saklı yatarmış. Her topta heyecanlanıyorum tuhaf bir şekilde. Bıraksalar aşağı inip ben asılacağım her topa. Maçı aldık. Çocuklar da güzel oynadılar. Maçtan önce aldırttığım bir tepsi baklavayı soyunma odasında hep birlikte yedik. Antrenörümüz Necmi, tam odadan çıkarken peşimden koşarak geldi. Önemli bi konu varmış, onu konuşacakmış. Gittik oturduk Merve Pastanesine.
‘’Abi, ben Nazmi abiler zamanında başladım futbola. Sol ayağım çok iyiydi. Hoca da tutardı beni. O zamanlar Kasap Ali Rıza abi vardı, İstanbulspor’da oynadı bi ara, belki bilirsin. Sonra babası ölünce erken bıraktı topu, dükkanın başına geçti. Onun çok emeği vardır bende. Her şeyi ondan öğrendim. Geleceğimiz de vardı ama kimse elimizden tutmadı. Babam da istemedi zaten oynamamı. Neyse, geçen sene, sezon başlamadan Salim abi çağırdı, çocuklara göz kulak ol diye. ‘’Olur’’ dedim, semtimizin takımı, bi yerde görevdir, dedim. Fakat amatör küme göründüğü gibi değildir hocam. Bu çocukların bir kısmı okuyor, bir kısmı çalışıyor. Orkun mesela, kaportacıda, final maçında göndermedi ustası, sahaya çıktım ben oynadım abi, Allahtan hala lisansım var. Enes’i biliyorsun 6 numara, babası peşinde, bir yakalasa bacağını kırar. Çocuk gizlice gelip gidiyor. Kalecimiz dersen, ayrı bir dert. Sezgin iyi kalecidir, bence amatörün en iyisidir, yalnız amcasının yanında çalışıyor, kalfadır o da, koltuk iskeletçisi. Geçen elini kaptırmış, dört dikiş attılar sizin orda. Sargılı sargılı oynadı. O derece yani. Böyledir amatör! Biraz palazlananın zaten gözü Galatasaray’da Fener’de. Altyapıdan birileri gelir, görür, beğenir de transfer olur muyum? Dertleri o. Ben yeni evlendim hocam. Kardeşimin ortak olduğu onbeş makinalık bir fason atölye vardı, bi ara oraya takıldım, fakat olmadı, biraderle geçinemedim, bir de sevemedim ortamı. Nefes alamıyorsun, izbe, boktan bir yer. Hastalandım, gidemedim zaten iki hafta. Şimdi geceleri taksiye çıkıyorum bir arkadaşın arabasıyla. Fena değil. Gece, taksi işi zordur, sarhoşu, alemcisi, serserisi. Gerçi tanıyorsun artık, göre göre bi yerde insan sarrafı oluyorsun. Fakat güvencesi yok. Salim abi gel takımın başına geç dediğinde bi şart koşmuştum, ‘’benim sigortamı yaptır abi başka bi şey istemiyorum’’ demiştim. O şartla da başlamıştım. Fotoğrafımı, kimliğimi falan da vermiştim ama anlaşılan bir ay falan yatırmış, ondan sonra da çıkış vermiş. ‘’N’apiyim?’’ diyor, ‘’SSK masrafı ne kadar tutuyor biliyon mu?’’ diyor, o da haklı. Abi sen merak etme, bu çocukları çalıştırırım ben, şampiyon da yaparım, yalnız benim sigortamı yaptır abi başka bi şey istemiyorum…’’
Takım şampiyon oldu o sene. Şampiyonluk gecesi yaptığımız kutlamada güzel bir konuşma yaptım kendimce. Önce, topçuların babalarına, ailelerine teşekkür ettim.
‘’Çocuklarınızı bize emanet ettiniz, sağolun. Size karşı mahcup olmadığımızı düşünüyorum’’ dedim. Sonra da çocuklara konuştum, ‘’hayat bir futbol maçına benzer. Yenersen sakın böbürlenme, bir sonraki sefer yenilebilirsin. Yenilirsen de sakın bırakma kendini, tekrar yeniden yenmek için ayağa kalkacaksın…’’ Duygulu bir konuşma oldu. Çocuklar bağırıyordu durmadan, ‘’en büyük başkan bizim başkan. Başkan sen bizim her şeyimizsin!’’
Aradan fazla değil, bir yıl geçti.
Salim geldi. Bir şeyler söyleyeceği zaman gerinir durur. Yine öyle yapıyor. Lafa epey bir mesafeden depar atarak giriş yaptı. ‘’Hocam, yönetim olarak belediye başkanına gittik, yardım isteyelim, saha versin, kulüp binası versin falan diye. Sen yurtdışında mıydın neydin, yoksa seninle gidecektik. Adam dinledi dinledi, kulüp başkanını kafanıza göre seçtiğiniz sürece benden size hayır yok!’’ dedi. Öyle yardım falan da beklemeyin!’’ Politika böyle bi şey lanet olsun. Şimdi şu aşağıdaki yolun hemen bitişinde yıkık bir yer var, üzerinde eskiden otopark vardı, hatırlarsın. Orası halı saha için şahane bir yer. Bak, Mesut abinin takıma, işi kökünden çözdü. Adamlar hem başka takımlara kiralıyorlar, hem de kendi takımları idman yapıyor. Girişe de küçük bir büfe yaptılar, tost çay falan. Akşama kadar tahmin ediyorum iki yüz çay falan satılıyordur. Şimdi bizim takımı ordaki arsa kurtarır. Belediyeden orayı halı saha olarak alırsak yırttık hocam… Durum bu… Senin de hakkını ödeyemeyiz, biliyoruz. Ama belediye önemli tabi!
*****
Şimdilerde pek haberim yok kulüpte olup bitenden. Bir kaç hafta önce topçulardan birisi kardeşinin lisansı için sağlık raporu alacakmış, ziyaretime geldi. Hemen göndermedim, oturduk konuştuk. Lafın sonlarında, sanki çok eski bir maziden söz eder gibi konuştu, hüzünlü bir sesle ‘’o yıllar efsaneydi başkanım’’ dedi.
Duvarda yeşil beyaz flama… En büyük başkan bizim başkan. Başkan sen bizim her şeyimizsin!
Öyle değil o. Çocuklar, siz bizim her şeyimizsiniz!
*Socrates dergisinde yayınlanmıştır.