Yaşadıklarımız ruhlarımıza yerleşmektedir.
Günlüklerin, notların okunması okur açısından hem keyifli hem de suçluluk duygusu yaratan bir süreç. Keyifli, çünkü, yazarın metinlerine daha derinlemesine bakmayı kolaylaştırıyor. Suçluluk duygusu yaratıyor, çünkü, mektupları ya da günlükleri okunan yazarın özel alanına izinsiz olarak giriliyor. Ercan Kesal okuru suçluluk duygusundan kurtararak, Bir Zamanlar Anadolu’da filminin ortaya çıkması sürecinin neredeyse tamamını içeren, kendi yazdığı günceyi paylaşmış Evvel Zaman’da. Türkiye’de örneğine çok rastlamadığımız bir işe imza atmış böylece: Bir sinema filminin nasıl çekildiğini senaryo yazım döneminden başlayarak adım adım izlememizi sağlamış. Güçlü kalemini günlüklerinde de hissetmek mümkün ayrıca. Kesal ile yeni kitabını konuştuk.
»Kitabınızda yaratım sürecine odaklanan bir günce söz konusu. Bu deneyimi okurla paylaşırken nasıl bir duygu yaşadınız?
Benim kamera ve setle olan ilk temasım ‘’Uzak’’ filmiyle olmuştur. Ama, senarist ve oyuncu olarak ilk ciddi deneyimim ‘’Üç Maymun’’ filmidir. ‘’Üç Maymun’’ filminin senaryo yazma sürecinde tuttuğum notlara ve yaptığım okuma çalışmalarına daha sonra yeniden baktığımda, aslında bu tür ortamlarda yapılacak her türlü yazı çalışmasının, ilerde nasıl da öğretici olabileceğini hemen fark etmiştim. Bu yüzden ‘’Bir Zamanlar Anadolu’da’’ filmini konuşmaya başladığımız ilk günden itibaren tüm süreci yazmaya zaten çok kararlı ve hazırlıklıydım. Bu arada o dönemde yapmakta olduğum antropoloji doktorası, sahada(burada set) hekim ve sinemacı kimliğimin dışında bir antropolog olarak da yer almamı sağlamış; ‘’katılarak gözlem’’ metodunu uygulayarak tüm sureci 7 ay boyunca her gün kâğıda dökmemi kolaylaştırmıştı. Ben herhangi bir sinema, senaryo ya da oyunculuk okulundan gelen biri değilim. Tüm bunları yaşayarak, yaparak ve görerek öğrendim, hala da öğrenmeye devam ediyorum. Yaşadıklarımın kıymetli deneyimler olduğunu biliyorum. Katıldığım atölye çalışmaları, söyleşiler ve muhatap olduğum sorular bana gösterdi ki, bir filmin oluşum sürecini anlatan ve içeriden yapılan böylesi bir çalışma, sinemayla bir şekilde ilişkisi olan herkesin çok işine yarayacaktır. Kitabımı yayımlarken; deneyimlerini sakınmadan paylaşan birinin tüm samimiyetini ve işe yaramanın verdiği mutluluğu yaşadım…
“Bir Zamanlar Anadolu’da filminin oluşum sürecinde yaşadıklarım bana gösterdi ki, geçmiş, yaşadığımız zamandan daha dayanıklı ve daha süreklidir. Şimdiki zaman parmaklarımızdan akıp gitse de, asıl ağırlığına anılarımızda kavuşmakta ve “içinde yaşadığımız zaman, ruhlarımıza, zaman içinde kazanılmış deneyimler olarak yerleşmektedir” (Tarkovski).” Demişsiniz sunuşta. Geçmişin şimdiki zaman üzerindeki ağırlığı bu kadar kuvvetli mi gerçekten?
Geçmiş diye bir şey yok aslında. Geçmiş, şimdiki zamanın içinde duran bir şey. Şimdiki zamanı var eden ve onu kapsayan aynı zamanda… ‘’Peri Gazozu’’ kitabımın sunusunda da yazmıştım buna benzer şeyler. Çünkü hep aynı sularda geziyorum. Bir hikâye ya da senaryoyu yazarken, ya da bir filmin içinde oyuncu olarak bulunur veya kamera arkasında yer alırken, hep aynı şeyleri fark ettim. Geçmiş, yaşanıp bitmiş, elimizden uçup gitmiş bir zaman parçası değil. Bir tek saniyesinin bile heba olup gittiğini düşünmüyorum yaşadıklarımızın. Yaşanan her şey bir kar kütlesi gibi ardımızdan toplanarak geliyor ve ‘’şimdi’’ dediğimiz şey neyse, gelip onun içine yerleşiyor. Belki de girişteki cümleyi söyle değiştirmek lazım: ‘’şimdi’’ diye bir şey yok, aslında her şey bizim ‘’geçmiş’’ dediğimiz bir yumaktan ibaret. Bu yüzden anılarımızın, yani yaşadıklarımızın çok kıymetli ve tekrarlanamaz olduğunu ve yine bu yüzden onlara hak ettikleri hassasiyeti göstermemiz gerektiğini söylüyorum. Yaşadıklarımız ruhlarımıza yerleşmektedir çünkü… ‘’Geçmişi unut, günü yakala’’ sloganının dayatıldığı bir cağın panzehiri ‘’unutmak ihanettir’’ olmalı. Çünkü geçmişimiz belleğimiz, belleğimizse vicdanımızdır.
»Bir Zamanlar Anadolu’da “zamansız” bir kötülüğün peşine düşmüş bir film sanki…
‘Bir Zamanlar Anadolu’da’’ zamansız ve mekansız bir filmdir. Farkındaysanız, film boyunca olayların günümüzde geçtiğini anlayabileceğimiz iki argüman var sadece: cep telefonu ve laptop bilgisayar… Aslında çekim öncesi mekan bakmak ve senaryodaki bazı eksikleri tamamlamak için Keskin’e gittiğimizde de hemen fark etmiştik bunu. 25 sene önceki olay yeri inceleme araçları bile değişmemişti: villis cip, Renault toros ve murat şahin arabaları… Bu, işin somut olarak görünen gerçekleri. ‘’Kötülük’’ meselesine gelince. Film sadece kötülüğün pesine düşmüş değil bence. Kitabımın ‘’Sunuş’’ bölümünde yazdıklarımın bir kısmını alıntılamak isterim, özellikle ‘’bu filmde neyi anlatmalıyız’’ kısmını: ‘’İnsanın toplumsal bir varlık olarak bilinmeyen ve görünmeyen yüzünü göstermeli; onun sürekli güç talebini açığa çıkarmalı ve aslında cinayetin kimsenin umurunda olmadığını ortaya koymalıydık. Hayat, ölüm, iktidar ve ihanet meselelerimizin hiç bitmediğini ve bitmeyeceğini, sevgi ve nefret duygularının gücünü, cinayetin etrafında açığa çıkan gündelik hayat ilişkilerini, insanın yine de her durumda ümit etme yeteneğini kaybetmeyişini, doktorun, komiserin ve şoförün katille olan ilişkileri üzerinden herkesin kendi hikâyesinin pesinde koşuyor oluşunu, günlük hayatın en fark edilmeyen ayrıntılarını, herkesin bu cinayete bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunmasını’’ anlatmak istedik. Film sadece kötülüğün pesinde değil; bazen iyilikle bazen de kötülükle kendini gösteren içimizdeki o tuhaf karanlığın pesindeydi…
»Kitapta dikkatimi çeken noktalardan biri de her adımda, belirli dönemlerde “acaba başarabilecek miyiz?” sorusunun ortaya çıkması oldu. Hatta çekimlerin sonuna yaklaşmışken aktardığınız bir anekdot var: “Filmin sonuna geliyoruz artık. Elimizde o kadar çeşitli ve zengin bir malzeme yığını var ki, “acaba nasıl bir film çıkacak” diye soruyorum Nuri’ye. “Acaba bir film çıkacak mı?” diye soruyu değiştirdi gülerek.” Endişe, yaratım sürecinin her aşamasında takip etmek durumunda mı sanatçıyı?
“Kendine güven, yaratıcılığın önünde bir tuzaktır bence. Ancak hiç bir şeyden emin olmadığın zaman arayışlarını sürdürebilirsin. Yeni ipuçları, daha önce fark etmediğin detaylar ya da alternatif bir duygu hali. Yaptığından yüzde yüz emin olan birisinin böyle ihtiyaçları yoktur ki. ‘’Bütünüyle kuşkuda olmak’’ en iyisi.
»Bugünden aklımda kalanlar kısmı kitapta en dikkatimi çeken şeydi. Gerçekten “iyi ki doktorluğu seçmişim” diyecek kadar bunaldınız mı?
“Set’’ler, hiç abartmadan soyluyorum dünyanın en ağır çalışma koşullarına sahip yerlerdir. Metin Erksan, ‘’rejisör’’ kelimesinin ‘’rejim’’den geldiğini ve kölelik düzeninden mülhem bir kavram olduğunu söylemişti bir sohbetimizde. Film çekilirken geriye çekilin ve bir süre sakince seyredin onları. Hepsinin çılgın olduğunu düşünebilirsiniz… Ancak ortak bir düş, bir hayal ya da o güne kadar kimsenin aklına gelmemiş bir rüya, bu zahmete katlanılmasını sağlar. Üstelik bu inancın ya da düşün kalibresi set boyunca sürekli sınanır. ‘’Bir Zamanlar Anadolu’da’’ filminin çekim sürecinde hem senarist, hem oyuncu, hem de kamera arkasında yönetmenin yanında oldum. Oluşum evresinin hemen hemen tüm aşamalarında bulundum. Bu yüzden değişik zaviyelerden bakabiliyordum yaşananlara. Kendi adıma öyle bunaldığım zamanlar oluyordu ki, samimiyetle, ‘Allahtan doktorum, iyi ki somut ve beni neyin beklediğini bildiğim bir işim var’ diyebiliyordum. Ama, kalan ömründe ne yapmak istersin diye sorsanız, hiç tereddüt etmeden ‘’sadece sinema’’ derim, bu da en az biraz önce söylediklerim kadar samimi!..
»Aklınızda kalanlardan devam edeyim: Sinemada güzel bir yanlış, çirkin bir doğruya tercih edilebilir mi?
Set çok sahici bir yerdir. Hayatın tüm somut halleri olanca soğukluğuyla karşınıza dikilir. Ama siz senaryonuzu yazıp, hayallerinizi kurduğunuzda, olmayan kahramanlarınızı yaratıp onlara ruh ve can verdiğinizde aslında filmi kafanızda çekmeye de başlamışsınız demektir ve sahada sizi bekleyen şeylerden çok da haberdar değilsinizdir. Bir yönetmenin lafını hatırlıyorum; ‘’senaryoda hayal edip yazdıklarınızın yüzde otuzunu çekmeyi becerebilirseniz eğer bu yüzde yüzlük bir başarıdır.’’ Sizin aklınızdan geçen, diyelim ki kalabalık bir yemek ortamı, hiç de beklediğiniz gibi olmaz mesela. Tabaklardan bir türlü hayal ettiğiniz çınlamalar çıkmaz. Ya da sizin yazdığınız gibi ötmezmiş meğer guguk kuşu. Çağlayanın sesi hiç de kulakları sağır edecek düzeyde değilmiş. Bu yüzden, otopsi sırasında hayal ettiğiniz kemik kırma sesini ancak bir lahananın parçalanması sırasında çıkan seste bulmuşsanız eğer, lahanayı tercih edersiniz!..(BZA’da yaptigimiz gibi…)
»Açıkçası kitap sonlandığında “nasıl yani, montaj macerası yok mu?” demeden edemedim…
Film montaj masasında yapılır esasında. Belki de yeniden çekilir. Bu yüzden baştan sona yönetmenin özgün iradesinin ve kararının uygulandığı yerdir. O iş artık sadece onun ve varsa kurgucusunundur… Zaten, ‘’bza’nin kurgu günlükleri’’ de, çok daha önceden yayımlandı bildiğim kadarıyla…
DOĞUŞ SARPKAYA