2000’li yılların başıydı… Nasıl oldu, kim aklıma düşürdü, anlatması uzun; bir ara yaşadığım semtin belediye başkanlığı için aday olmaya kalkışmıştım. Reis olamasam da çok şey öğrenerek çıktım o tuhaf günlerden…

Adaylık faaliyetine başladığımız günlerden bir gün; seçim ofisi yaptığım hastanedeki odamda, ekiple birlikte oval bir masanın etrafına çöreklenmiş, belediye başkan adaylığımla ilgili hazırlanan web sitenin sunumunu bekliyoruz. Herkesin, bu kutlu yolculuğun gönüllü savaşçıları olduğuna dair sarsılmaz bir inanç ve sebepsiz bir coşkuyla seyrediyorum etrafımdakileri.

Bu arada, nerden gelip yapışmışsa, dudaklarımda tuhaf bir sırıtış; ne yapsam gitmiyor.

Neyse… Işıklar kapatıldı, sunum başladı.

Duvardaki projeksiyon perdesine yansıtılan görüntünün yarısında Bill Clinton’ın web sitesi var, diğer yarısında da benim web site tasarımı. Şirketin web sitesini yapan çocuk, ilk kez bir belediye başkan adayının web sitesini yapıyor. Bir önceki toplantıda büyük düşünmüş, kendimize örnek olarak dönemin Amerikan Başkanı Bill Cllinton’ın web sitesini seçmiştik. Olamaz mı yani?  “Büyük düşündük” dedik ya baştan.

Bilgisayarcı çocuk bir şeyler hazırlamış, hevesli belli ki. Fakat bu Clinton’ın sitesi de hiç kimselere benzemiyor. Adamın mekânını tıklayınca ekranda önce, yere yatmış enlice bir ağaç gövdesi gibi uzun ve kalın bir çizgi çıkıyor, yanlarında da yapraklar. Gövdenin yanlarında uzanan yaprakların üzerinde de kökünden ucuna kadar uzayan tarihler var. Misal; ağacın kökü ilk doğum tarihi oluyor. Yukarıya doğru ilerledikçe, sağlı sollu, ilk gittiği okul, sınavları, dereceleri, faaliyetleri, evliliği, çocukları, valiliği vs. devam edip gidiyor. Yaprak tarihlerinden birinin üzerine gidip tıkladığınızda, Clinton o yıl neler yapmış, neler yaşamışsa onunla ilgili bilgiler, fotoğraflar, bazen de videolar çıkıyor.

“Şahane, biz de aynısını yapalım!” demişiz, ilk baştan.

Yapalım da nasıl? Bilgisayarcı çocuk hiç fena değil aslında, yapmış bir şeyler; ama boşluklar pek fazla, haliyle oraları da bana soracak.

Bir süre sonra, ilk fotoğraf düştü ekrana. Beyaz, pamuklar içinde, melekler gibi bir bebek Clinton. Altında doğum tarihi, doğduğu kasaba falan.

Biz de biliyoruz doğum tarihimizi, şükür. Lakin doğum ve bebeklik fotoğrafımın olması ihtimali, Jüpiter’de su bulunmasından çok daha uzak bir ihtimal. Ben doğum tarihimi biliyorum hiç olmazsa, abilerim o kadar şanslı da değillerdi. Annem onların doğum tarihlerini genellikle, koç katımında, zerdaliler çiçek açmıştı, arpalar bi parmak olmuştu, ya da, daha yeni halıyı kesmiştim ıstardan tarzında, epeyce soyut kavramlar üzerinden tarif ederdi. Ben doğduğumda, rahmetli babam, odanın bir köşesinde duran, bazen banyo, bazen de yüklük olarak kullanılan geniş ahşap dolabın kapağının içine yazmış doğum tarihimi: 12 Eylül 1959. Evet, 12 Eylül! Kimse kendisi seçemiyor biliyorsunuz doğum gününü…

Birkaç fotoğraftan sonra, ilkokula geldik. Clinton, ilkokulda iken gitar çalmaya başlamış. Bizde o bölüm de sorunlu. Aslında babamın pek uzun ömürlü olmayan bir Almanya’ya işçi gitme macerası vardır. Rahmetli ebem, “sen gidersen çocuklar ne olacak, tarlayı kim ekecek, hakkımı helal etmem” falan deyince, birinci ayın sonunda birkaç parça çikolata, üç tane naylon gömlek ve bir de “melodika”yla dönmüştü Almanya’dan. Okulun yılsonu müsamerelerinde “Samanyolu”  ve “Buruk Acı” çaldığım melodika işe yarayabilirdi şimdi. Fakat derde derman bir tane melodikalı fotoğrafım yok.

“Zaten, fotoğraf konusunda çok sıkıntılıyız” dedi bilgisayarcı çocuk, yüzünde, tesis yetersizliğinden Maradona olamamış çok yetenekli amatör topçu ifadesiyle. Ulaşabildikleri en eski fotoğraf, beş yaşında iken babam ve abimle birlikte, dedemin yukarı mahalledeki evinde, dayımın bizi buğday çuvallarının üzerine oturtarak çektiği soluk bir fotoğraf.

Ondan sonrası derin bir boşluk. Daha sonraki ilk fotoğrafa ulaşabilmek için Ortaokul 2’yi beklemeliyiz. “Öğretmenimiz Mine Hanım’la birlikte arkadaşlarla çektirdiğimiz hatıra fotoğrafı.”

Biraz daha ilerledik sitede. Morali de hemen bozmamak lazım tabii ki. Bir uzun kutlu yolculuğa çıkmışız nihayetinde!

Ben ortaokulu Avanos Ortaokulu’nda, liseyi de Nevşehir’de okudum, Clinton ise bilmem ne kolejinde. Masanın etrafına sıralanmış, perdenin bir yarısında Clinton’ın lisede beysbol oynarken halini gösteren fotoğrafına, diğer yarısında, çürüyen ikinci büyük azının çekildikten sonra ağızda bıraktığı boşluğa benzeyen bir hüzünle, benim lise yıllarımın haline bakıyoruz. Buraya sporla ilgili koyabileceğimiz soluk da olsa bir tanecik görüntü ya da söyleyecek en küçük bir lafımız yok. Spor deyince benim aklıma nedense, ortaokulun bittiği yaz ilk kez gittiğim İstanbul’daki sınav maceram gelir. Babamla, Kuleli Askeri Lisesi sınavları için bin bir heves İstanbul’a gitmiştik. Matematik, Türkçe sorularını eksiksiz yapmıştım ama, 1500 metre koşuda sonuncu gelmiş, kasa minderde az daha boynumu kıracak hareketler yaptıktan sonra, barfikste de öylece sallanıp durmuştum demirlerin ucunda, babamın kederli bakışlarını ta içimde hissederek.

Lise fotoğrafları biraz daha fazlalaşmış ama yine de işe yarar bir şey yok. Lisenin “aşıklar yolu” denen bahçesinde çekilmiş bir kaç fotoğraf. Avluda toplu bir resim. Bir de takdirname alırken, galiba okul görevlilerinden birinin panoda kullanmak için çekip, bir tane de bana verdiği fotoğraflardan biri.

Üniversite yıllarında daha çok fotoğraf var, lakin hemen hepsi de anatomi salonundaki kadavraların yanından ya da Bornova yurtlarından. Parkalı, yumruklu, sigara içerken, kadavralara bakarken, rakı içerken, mitinglerden, forumlardan falan.

Kendimizce paralel anlamlar içerdiğine karar verip, üç aşağı beş yukarı yerleştirdik fotoğrafları, Clinton’dan aşağı kalmadığımıza inandığımız tuhaf bir özgüvenle!

Geldik, nihayet, en zor bölüme: Üniversiteden kısa bir süre sonra , Clinton’un Hillary’li fotoğrafları var. E, bir flört dönemi de geçirmişler haliyle. Ardından, kilisedeki nikâh görüntüleri ve çamurluğuna boş kutuların bağlandığı eski bir Chevrolet’le çıkılan mutlu evlilik fotoğrafları. Burası sıkıntılı işte.

Bir sigara yakıp arkama yaslandım. Buna yapacak bir şeyim yok!

Bilgisayarcı çocukla bir süre bakıştık birbirimize.

“Abi” dedi, biraz sesini indirerek,

“Bu bölümü ya hiç girmeyelim siteye, ya da…”

Biraz suskunluk.

“Evet… Ya da?”

“Ya da… Acaba bir evlilik durumu falan var mı abi yakınlarda; yengeye rica edip onu hızlandırabiliriz belki!”