FERİT

“Babam o gün konuşsaydı benimle, gitmezdim abi evden. Niye gideyim? Sokak zordur abi. Her türlüsü vardır” demişti, avuç içini tırnağıyla bir şeyi kaldırmak ister gibi bir dikkatle kazıyarak.
Hastaneyi ilk açtığımız günlerden biriydi. Sekreterin cep telefonu çalınmış, kimin yaptığını da bulamamıştık. Yeni bir telefonla gönlünü almayı düşünürken, idari müdür müjdeyi verdi. Telefonu sokakta yaşayan çocuklardan biri çalmış meğer. Arkadaşlarından birisi de telefonu elinden alarak iade etmiş. Telefonu verirken defalarca özür dilemiş üstelik: “Ercan abi kusurumuza bakmasın. Oğlan tineri fazla çekmiş, iyiymiş kafası, ne yaptığını bilmiyormuş.”
“Çağırsanıza şu çocuğu Allah aşkına, bi konuşayım” dedim ve Ferit’le hikayemiz başladı.
“Kaportacıda çalışıyordum abi aslında. İşi de öğrenmiştim. Ustam çok severdi. O akşam, maç vardı, arkadaşlara takıldım, geç gittim eve. Aslında pek yaptığım bir şey de değildi. Eve vardım. Babam acayip kızgın. Hiçbir şey söylemeden, konuşmadan iki tokat attı. Ama, çok zoruma gitti. Ertesi gün gitmedim işe. Daha ertesi gün de… İşe gidiyorum diye çıkıyordum evden, orda burda geziyordum. Akşam olunca da dönüyordum eve. Bir gün öğleyin tesadüfen dükkana uğramış babam. Epeydir işe gelmediğimi söylemiş usta. Neyse, çıraklardan biri söyledi durumu. “İstersen eve gitme, durum fena” dedi. Korktum. O akşam gitmedim eve, ondan sonra da hiç gitmedim. Bir ay kadar sokaklarda yattım kalktım. Sonra da alıştım zaten. Herhalde iki buçuk üç sene olmuştur sokaktaki hayatım. Yani düşünüyorum da abi, o akşam babam bi kere konuşsaydı benimle, bunlar olmazdı biliyor musun. Konuşmadı, hiçbir şey sormadı bana, dinlemedi beni. Bak, sen ne güzel konuşuyorsun abi benimle. Konuşunca iyi oluyor çünkü…”
Ferit’i hastane kadrosuna aldık. Halkla İlişkilerin ilan, reklam dağıtımlarını yapıyordu.
Sonra, uzunca bir süre görmedim. Başhemşire söyledi, hastalanmış, iyi değilmiş. Tetkik falan, kanser teşhisi konmuş, tedavi oluyormuş. “Kemoterapi için geliyor ara sıra,” dedi, “sizi soruyor, bulamıyor.”
Geçen gün kapı çaldı, baktım Ferit. Biraz zayıflamış sanki; yüzü de hafiften kararmış. Kucağında topaç gibi bir oğlan. Kanserle boğuşurken yine pervasızca yaşadığı bir evlilikten doğan çocuğunu almış kucağına, bana el öpmeye getirmiş; “biraz da konuşuruz hocamla” diyerek gülümsedi mahcubiyetle.
“Ne koydun oğlanın adını” dedim kucaklarken.
“Allah var, adını Ercan koyacaktım abi, ama, bizimkinin adağı varmış, Umut koyduk.”

FİLMLER
“Bir Zamanlar Anadolu’da” filmini seyredenlerin en çok sorduğu sorulardan biri, cesedin diri diri gömülmesini görmezden gelen doktorun tavrıydı. Yanlış otopsi raporu, katilin daha az ceza almasına neden olacaktı belli ki. Dr Cemal’in otopside yanlış rapor yazdırmasının sebebini, bürokrasiden ve kasabadan, kendince intikam almak için yakaladığı bir fırsat gibi düşünebiliriz. Ama, gece yan yana sürdürülen yolculuk esnasında katile sigara vermesini, komiserin buna itirazını ve asıl önemlisi, katilin gördüğü bu küçücük yakınlık karşısında ona fısıldadığı “sağol” sözcüğünü de unutmadan…
Kieslowski’nin, “Öldürme Üzerine Kısa Bir Filmi”, 10 Emir’in “öldürmeyeceksin” emrinden yola çıkılarak hazırlanmış bir filmdir. Kieslowski bu filmi yapmasının en önemli nedeni olarak şunları söyler: “Polonyalının dünyasını, insanların birbirine hiç acımadığı, birbirlerinden nefret ettiği, kimsenin birbirine yardım etmediği, sadece engel olduğu korkunç ve renksiz bir dünyayı tanımlamak istedim. İnsanların birbirlerini geri püskürttükleri bir dünya. Yalnız yaşayan insanların dünyası…”
Film boyunca iflah olmaz bir zâlim olduğuna inandığımız gencin idam cezasına çarptırıldıktan sonra, hapishane binasına dönüşü sırasında, pencereden kendisine adı ile seslenen avukatına söylediği sözlere bakın:
“Ben, mahkemede hiç kimsenin ne söylediğini bile duymadım. Ta ki siz benim adımı söyleyinceye kadar. O zamana kadar sizin gibi büyük adamlardan bana adımla seslenen hiç kimse olmamıştı.”

“Mouchette” Fransız yönetmen Bresson’un başyapıtlarından biridir. Filmde, 15 yaşında bir genç kızın yoksulluk ve acılar içindeki hayatı anlatılır. Filmin final sahnesinde Mouchette intihar etmek için bir göl kenarına gider. Suya atlayarak boğulacaktır. İlk denemenin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra etrafa bakınırken, yoldan geçen bir traktör görür. Traktörü kullanan çiftçiye kırılgan bir şekilde elini kaldırarak selam verir. “Hayata tutunma isteğinin küçücük de olsa bir karşılığını bulmak istiyordur, bir merhamet ifadesi…” Çiftçi selamı gördüğü halde karşılık vermeden geçer gider. Mouchette intihar eder.
“Mouchette, hayatımızdaki en büyük acımasızlıkları, vurdumduymazlıkları sadece “kötü” insanların değil, aynı zamanda normal hayatlarını yaşayan “iyi” insanların da yaptığının; yaptığımız ya da yapmadığımız küçücük şeylerin bir insanın hayatında yaratabileceği devasa etkileri görmek konusundaki körlüklerimizin yüzümüze vurulmasıdır. “

BİRBİRİMİZİN HAYATLARINDAYIZ
Kieslowski, oyuncu seçimlerinde, oyuncuların sadece dış görünüşleri ya da teknikleri ile ilgilenmez. Oyuncu adaylarıyla sohbet ederek onların ruh hallerinede vakıf olmaya çalışır. “Veronique’nin İkili Hayatı”nın oyuncu seçimleri sırasında bir kadın oyuncu, üzgün olduğu zaman insanlarla beraber olmak için dışarı çıktığını söyler. Altı yıl önce başından geçen bir olayı anlatır sonra: “Sinirlerim çok bozuktu, ben de dışarı çıktım. Sokakta, ünlü Fransız mim sanatçısı Marcel Marceau’ye rastladım. Çok yaşlanmıştı. Yanından geçip giderken dönüp bir daha baktım ona. O da döndü ve bana gülümsedi. Orada, birkaç dakika gülümseyerek durdu, sonra da uzaklaştı. O an, Marceau beni kurtardı,” “Marcel Marceau’nun onu kurtarmak için yaşamış olup olamayacağını konuştuk” der Kieslowski.
“Belki de Marceau’nun yapmış olduğu her şey, bütün gösterileri ve bu gösteriler yoluyla insanlarda uyandırdığı bütün duygular, bu gerçekle karşılaştırıldığında bir şey ifade etmiyordu.
“Sizin için ne kadar önemli olduğunu biliyor muydu? diye sordum. “Hayır” dedi oyuncu. “Bir daha onu görmedim.”

OĞLUM

Oğlum büyüyor artık. Yeni cesaretler ve korkular edinerek. Bir süredir karanlıktan korkuyor. Tek başına odasına giderken karanlık koridordan çekindiği gibi. Geçenlerde onunla yalnız kaldığım bir akşam, psikoloji okumalarında rastladığım bir diyaloğun aynını yaşadım. Alt kattan çantasını almış karanlık merdiveni tırmanırken, bir yandan da üst kattaki çalışma odama duyurmaya çalışıyordu sesini:
“Baba, konuş benimle. Korkuyorum, burası çok karanlık.”
“Korkacak bir şey yok oğlum… Hem, ne faydası olacak, beni görmüyorsun ki.”
“Olsun, konuş. Biri konuşunca aydınlık oluyor.”

Alıntılar:
“Kieslowski Kieslowski’yi Anlatıyor, (Agora 2010)
“Robert Bresson Sineması ve Au Hasard Balthasar,”www.derindusunce.org