Onat Abi’den sonra…
‘’Güzel bir zamandı…’’
1989 yılının Kasım ayı. Yağmurlu, ışıl ışıl bir İstanbul. Ankara’dan yeni gelmişim, her şey gözüme güzel gözüküyor. Cihangir’in masum ve henüz keşfedilmemiş günleri. BİLSAK diye bir yeri arıyorum. Cuma akşamı Onat Kutlar’ın sinema üzerine bir söyleşisi var. ‘’Sinemanın sorunları mı? ne, öyle bir mevzu işte. Binayı buldum sonunda. Eski, taş bir bina. Galiba Cihangir’in ilk restore edilen binalarından biri. Gittim oturdum erkenden. Benden başka bir kişi daha var. Öylece bekliyoruz. Konuşma saatine yakın, Onat abi girdi içeri ve oturdu sahnedeki sandalyesine. Çantasından çıkardığı notlarını düzenliyor sessizce. Ben de şiirlerine ve senaryolarına tutkun olduğum adamı izliyorum oturduğum yerden. Diri, gümrah ve neşeli bir adam. Hemen belli ediyor kendini…
Onat abi, biraz daha bekledi konuşma yapacağı kürsüde. Az sonra genç bir kız daha girdi salona. Olduk üç kişi. O bize, biz de ona bakıyoruz. Birden gülmeye başladı; ardından, ‘’sinemamızın pek de bir sorunu yokmuş anlaşılan’’ dedi, ‘’Hadi burada oturmayalım, aşağıya inelim. Yer, içer, sohbet ederiz.’’
Az sonra, dördümüz bir masanın etrafında, şahane bir sinema sohbetinin içindeydik.
‘’Güzel bir zamandı…’’
Beni Onat abi’yle asıl tanıştıran genç bir kadındır. Siyah ve derin gözlü, hüzünlü bakışlarıyla yakıcı bir kadın. Şair ve yönetmen… Furuğ… Onun bir kuşun nefesine benzeyen dizelerini ilk kez Onat Kutlar’ın Celal Hosrovşahi ile yaptığı çevirilerinden okumuştum:
‘’Nigah kun ki mum-ı şeb berahı ma,
çegune katre katre ab-mişeved,
sürahiye siyahı dideganı men,
be lay lay germ tu,
lebaleb ez şerap mişeved…’’
‘’Bak tam karşımızda gecenin mumu,
damla damla nasıl eriyor,
nasıl doluyor ağzına kadar uyku şarabıyla,
gözlerimin simsiyah kadehi,
senin ninnilerini dinlerken…’’
Her sanat formunun şiir olabileceğini söyleyen Tarkovski’nin sineması, ‘’şiirsel sinema’’ olarak adlandırılır.
‘’Bütün büyük müzisyenler, yazarlar ve ressamlar aynı zamanda büyük birer şairdirler’’ der Tarkovski… Onat Kutlar da Furuğ gibi çok iyi bir sinemacı ve çok iyi bir şairdi. Sineması da şiiri gibiydi. Sinemamızın mahalle mektebi diyebileceğimiz Sinematek Derneği’ni ve Yeni Sinema Dergisini kurdu. Genç sinemacıların yanında samimiyet ve özveriyle yer aldı. ‘’Yusuf ile Kenan’’, ‘’Hazal’’ ve ‘’Hakkari’de Bir Mevsim’’ filmlerinin senaryolarını yazdı.
‘’Geçmişin diliyle gelen geleceğin sezgisi’’, Onat abi’nin İran şiirine dair benzetmesidir. Aynı benzetme İran sineması için de yapılabilir. Onat abi’nin sinemada peşinde olduğu şey de buydu galiba: Geçmişin diliyle gelen geleceğin sezgisini yaratmak.
Onat abi’nin ölümü de benzer Furuğ’a. Birlikte çevirisini yaptıkları yakın arkadaşı Celal Hosrovşahi’nin, 1970 li yıllarda bir gün yolu İstanbul’a düşer. İki eski dost kucaklaşır, hasret giderirler. Onat abi birden sorar:
‘’Furuğ’dan ne haber?’’
Celal Hosrovşahi’nin yüzü kararır ve acıyla konuşur: ‘’Bilmiyor musun?’’
‘’Yoo…’’
‘’Öldü Furuğ…1968’de… Henüz otuz iki yaşındayken. Bir araba kazasında. Başını kaldırımın kıyısına vurdu. Ve oracıkta bir kuş gibi öldü. Son kez gördüğümde uyuyor gibiydi…’’
Oğluma ilk fırsatta Onat Kutlar’ın şiirlerini okuyacağım. İyi biliyorum, O’nun, ‘’Nazım ve Cendrars’dan Sonra’’ şiirini dinledikten sonra artık başka bir Poyraz olacak.
‘’Peki, Onat Kutlar’a ne oldu?’’ diye soracak olursa oğlum, şiir bittiğinde; Furuğ’un kaybının kalbimde bıraktığı acının bin misli bir acıyla anlatacağım, yavaşça:
‘’Onat abi öldü. Öldürdüler. 58 yaşındayken. Bir bombalı saldırıda. ‘’Rüzgarlı bayırdan kaynağa inen bir kula at ve yarısı gölgeli kumlarda ölümü bekleyen karanlık bir boğa gibi’’ yaşadı ömrünü ve ‘’sabaha karşı ve hiç uyunmamış tanyerinde ışıyan bir kavak ağacı gibi devirdiler’’ Onat abiyi. Öldü…
Kötü bir zamandı…
*Şiir alıntıları Furuğ ve O. Kutlar’dan…