Ercan Kesal’ı biz senarist ve oyuncu olarak tanıdık. Bir Zamanlar Anadolu’da filminde “muhtar” rolüyle ve daha sonraki rolleriyle kültleşti. Daha sonra ise doktorluğunu, yazarlığını hayranlıkla
izledik. Kesal, gelecek planlarından geçmişinin değerlendirilmesine dek yaşamını EQ okurlarına anlattı.

Merhaba Ercan Bey… Oyunculuğunuzla, doktorluğunuzla, senaryolarınızla, Radikal’deki Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nın nesir haline eş tutulan yazılarınızla… seyircinin, okurun gönlünde çok özel bir tahtınız var. Sondan başlayalım, ufukta yeni oyunculuk, senaryo veya kitap projeleri var mı? Halihazırda neler yapıyor ve neler yapmayı planlıyorsunuz?

Yazıyla hemhal olmuşsanız bir kere, artık ucu açık bir yolculuğa da başlamışsınız demektir. Halihazırda yeni bitirdiğimiz bir senaryonun iç huzurunu yaşıyorum. Mahmut Fazıl Coşkun’la (Yozgat Blues ve Uzak İhtimal filmlerinin yönetmeni) birlikte onun üçüncü filminin senaryosunu yazdık, bitirdik. Bu sene en fazla vaktimi bu senaryo aldı. Bir başka senaryo çalışması da yurtdışında yaşayan ve yönetmenlik yapan Ufuk Emiroğlu (Babam Devrim ve Ben isimli ödüllü bir belgeseli var) için başladığım ve epeyce mesafe aldığım bir hikâye. Birgün Pazar için her hafta düzenli olarak yazmaya çalıştım ve hâlâ devam ediyorum. Zeki Demirkubuz’un yeni bitirdiği filminde kısa bir rolde oynadım. Bitmek üzere olan bir novella var, çok geçmez, yayımlanır. Hemen arkasından Peri Gazozu tadında bir başka kitap sırada… Böyle!..

Yüreğe işleyen yazılarınızdan Avanos’ta geçen çocukluğunuz, SBF’ye girişiniz, Ege Tıp Fakültesi’ne geçişiniz, siyasal geçmişiniz ya da Poyraz’ın doğumu gibi Ercan Kesal’ı Ercan Kesal yapan birçok anıya aşinayız. Siz özel olarak belirtmeseniz de hastanenizde ihtiyacı olanlara bilabedel verilen hizmetleri de biliyoruz. Hayat 
hikâyenizi bir kez daha sizden bir özet olarak dinlesek? 

Babamın son zamanlarında, giderek onu kaybedeceğimi iyice anlamaya başladığım günlerin birinde nerden aklıma geldiyse benzer bir soru sormuştum: “Baba, bunca sene yaşadın, bana hayata dair bir şeyler söyle; nasıl yaşamak lazım, ne yapmalıyım?” Babam, bir süre düşündükten sonra, içimi sızlatan bir cevap vermişti: “Gece yarısı ıssız bir tarladan tek başıma geçip gitmiş gibiyim
oğlum!” Beş yaşında yetim kalmış, ilkokulu ancak okuyabilmiş, çiftçi bir adamdı babam. Ben ondan daha şanslıydım. Babam öldüğünde 50 yaşımı geçmiştim. Birçok okulda okudum ve birçok şehirde yaşadım. Sokaklarda da yattım, en lüks yataklarda da.  Yoksulluğu da, zenginliği de bilirim. Şunu anladım diyebilirim: “Kişinin kendine saygı duymasından daha kıymetli hiç bir şey yokmuş!” Kendime saygı duyacağım işleri çoğaltmaya çalışıyorum ve “vicdan” denen şey gece başımızı koyduğumuz yastıksa eğer, onun daha da yumuşak olmasına gayret ediyorum…

Oyunculuk bir çocukluk hayaliniz miydi yoksa hayat içinde kendiliğinden mi gelişti? Çocukken geleceğinizi nasıl hayal ederdiniz?
Çocukken kendimi hep bir Robinson Crusoe gibi hayal ederdim. Bir gemi kazasında ıssız bir adaya düşmüşüm ve orada hayatı yeni baştan kuruyorum sanki. Ağaç dallarından ev, yapraklarından yatak. Adada yaşayan hayvanlardan yaptığım bir sürü. Keçiler, koyunlar, onların sütü ve envai çeşit peynirler. Ormandan topladığım meyveler. Bozkırda, küçük bir kasabada, onca yoksulluğun ve çaresizliğin ortasında büyümeye çalışırken keşfettiğim bir numaraydı bu. El ayak çekilir, herkes kendi köşesinde uykuya varırken,ben adadaki sığınağıma gider, tek başıma o günkü işlerime girişirdim. Şimdi bile, uykuya dalmakta zorlandığımda uyguladığım formüldür “ıssız ada” yöntemi, tavsiye ederim. Oyunculuk ise hiç hayalim olan bir iş değildi. Ama ilk izlediğim oyun ya
da filmden bugüne kadar, izlediğim tüm oyunculara hep büyülenmiş gibi bakarım. Hala öyledir. İyi oyuncular bence, “gerçekliği yeniden icat eden” insanlardır.

ercankesalsoylesiHangi kimliğinizle daha çok özdeşleşiyorsunuz? Ercan Kesal bir doktor mu, oyuncu mu, senarist mi? Bunların tümünü aynı anda, iyi bir baba ve eş olarak da nasıl sürdürüyorsunuz, biri diğerini besliyor mu?

Hepsi de aynı adam. Bir tane kimliğim var ve o kimliğimle birbirinden farklı gibi görünen işler yapıyorum. Nasıl bir adamsam öyle yazıyorum,
samimi, doğal ve olabildiğince dürüst. Oyunculuğum da yazdığım yazılar gibidir; yazılarım gibi oynamaya çalışıyorum, rol yapmadan yani. Artık pek yapmasam da hekimliğim de oyunculuğumdan ve yazarlığımdan bambaşka bir şey değil. Ama, hepsini de besleyen edebiyattır bence. Okuduklarım en güçlü ve vazgeçilmez kaynağımdır. İyi bir baba ve iyi bir eş olma meselesine gelince; zor ve meşakkatli bir yolculuk. Ne yaparsam yapayım “yetmezlik” duygusundan kurtulamıyorum. Bu iki konuda öğrenme halim hiç bitmeyecek galiba. Ama, her zaman daha iyisi için samimi bir gayret içinde olduğumu biliyorum.

Özellikle efsaneleşen Bir Zamanlar Anadolu’da filminde oynadığınız muhtar rolü olmak üzere oyunculuğunuzla ödüller aldınız, hayranlar kazandınız. Ya siz, kendinizi en çok hangi rolünüzde buldunuz?

Bir Zamanlar Anadolu’da filminde oynadığım Muhtar, çok iyi tanıdığım bir karakterdi. “Ömrüm onlarla geçti” desem yalan olmaz! Üstelik senaristi olduğum bir hikâyeydi çektiğimiz film.  Diyaloglara, karakterin tavır ve davranışlarına çok hâkim olduğum bir roldü. Ama, ne olursa olsun, oradaki en büyük şansım çok iyi bir filmin parçası olmaktır. Tüm oyunculuklar çok iyiydi.
Senaryo iyiydi. Yönetim çok iyiydi. Muhtar karakteri dışında, benim heyecanla ve kendimi de merak ederek oynadığım karakter, Tayfun Pirselimoğlu’nun Ben O Değilim filmindeki “Nihat”
karakteridir.

Ve senaryolarınız için aynı soru… Yazdığınız senaryoların herhangi birinin kalbinizde özel bir yeri var mı?

Bir Zamanlar Anadolu’da tabii ki. 25 sene önce genç bir hekimken başımdan geçen bir gecelik “ceset arama” hikâyesini, 25 sena sonra kâğıda dökmek, bu senaryoyu daha sonra aynı mekânlarda filme çeken ekibin içinde yer almak, filmin oyuncularından biri olmak, yaşadığım sürece unutamayacağım bir deneyimdir.

Siz yazar olarak kimleri okuyor, yönetmen, oyuncu olarak kimleri takip ediyorsunuz? Kendinize örnek aldığınız ya da hayran olduğunuz yazarlar, yönetmenler ve oyuncular kimler?

Hiç abartmadan söyleyebilirim ki, ben bir kitap kurduyum. Bu dünyada beni birçok şeyden mahrum edebilirler, yeter ki kitap okuma şansımı
elimden almasınlar. Eskiden çok çeşitli alanlardan kitaplar okurdum, son zamanlarda ve özellikle antropoloji eğitiminden sonra, daha çok günce,
seyahatname, biyografi ve nehir söyleşiler okuyorum. Psikoloji, antropoloji ve sinema ağırlıklı kitapları tercih ederim. Sahafları çok sık gezerim.
Tarkovski, Bergman, Kieslovski, Bunuel… Sadece filmlerini değil, yazılarını ve söyleşilerini de dönüp dönüp okuduğum sinemacılardır. Rus klasiklerinden vazgeçemem. Çehov bir numaramdır. Eduardo Galeano, Marquez, M. Vargas Llosa okudukça içimi ferahlatan yazarlardır. Bizden, Sait
Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Memduh Şevket Esendal, Abdülhak Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Orhan Kemal…
Yenilerin hepsini de çok önemsiyor ve seviyorum. Yönetmenler konusunda biraz eski kafalıyım sanki. Tarkovski, Kieslovski, Haneke, Hitchcock,
Kiarostami, Coen Kardeşler… Oyunculardan, D. D. Lewis, Robert de Niro, Anthony Hopkins, Juliette Binoche, Isabelle Huppert…

Bu kadar yoğun geçen zamanlar içinde -varsa- işlerden artakalan zamanlarınızda neler yaparsınız? Bilmediğimiz başka hobileriniz var mı, spora vakit ayırır mısınız?
Her sabah mutlaka bir saat kadar hızlıca yürürüm. Spor olarak sadece bu! Günümün büyük kısmı okumak ve yazmakla geçiyor. Masa başındayım yani. Haftada bir iki gün hastaneye gitmem gerekiyor. Yönetici olarak bulunmam gereken durumlar var. Poyraz ilkokul 3. sınıfta. Bu sene dörde geçti. Her akşam bir saat kadar onunla oluyorum. Yıl içinde fazlasıyla söyleşi, konferans, imza günü, festival programları ve seyahatleri oluyor. En çok yorulduğum işler bunlar aslında. Ama, her şeye rağmen kendimi iyi hissettiğim anlar da bunlar…

Bizde sohbet hep memlekete, dünya meselelerine gelir sonunda, âdettendir… İstanbul, Türkiye ve dünyanın geleceği hakkında umutlu musunuz?

İstanbul için ümitsizim. Acımasızca yok ediliyor ve alkışlayarak seyrediyoruz. Dünyada bu kadar hoyratça tüketilen bu kadar güzel bir başka şehir yoktur herhalde. Türkiye için ümitliyim. Dünya için ne söyleyebilirim? İnsanlığın, kendini ve dünyayı hasta eden ve en sonunda yok edecek olan bu hastalıklı kapitalist sistemin yerine bir başka rüyayı gerçeğe dönüştüreceği güne kadar bekleyeceğiz…

Kendi adınıza olan web sitesine giremiyoruz, en azından sizin tüm verimlerinizi takip etmek isteyenler olarak, bu sitenin yenilenmesini bekleriz. Bu olacak mı?
www.ercankesal.com bir süredir faaliyette. Bekleriz efendim!

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkürler…
Harika sorulardı. Zihin açıcı ve ilham verici. Asıl ben teşekkür ederim.