‘Zamanın İzinde’ Ayrıntı’nın 30’ncu yılı vesilesiyle hazırlanmış. Burhan Sönmez’in önsözde belirttiği üzere, 12 Eylül’ün yükünü sırtına alarak kurulmuş bir yayınevi, şimdilerde 30’uncu yılını deviren. Kitap fikriyle size gelindiğinde nasıl hissettiniz, Türkiye tarihinin 100 senesini fotoğraflarla okumak fikri ilkin nasıl geldi size?

Anılara, geçmiş hikayelere fazlasıyla bağlı ve onlarla sürekli hemhal olan birisiyim zaten. Okurlarım önceki yazılarımdan da bilirler bunu. Hem meraklıyım hem de çok kıymetli olduklarına inanırım. Anılar kalbimizin bekçileridir çünkü. Bizi kötülüklerden, akıl karışıklığından, unutmak hastalığından-ki vicdansızlık da diyebiliriz buna- korurlar. Bu yüzden Burhan Sönmez arayıp, bunu teklif ettiğinde heyecan ve coşkuyla kabul ettim. Önüme serilen binlerce fotoğrafla, benzersiz bir ummana dalmış gibiydim sanki. Her fotoğraf yeni ilham kapıları açıyordu önüme. Bir yazarın arayıp da bulamayacağı bir yolculuktu yaptığım .

** Nasıl bir çalışma süreci yürüttünüz, fotoğrafların seçim sürecine dahil oldunuz mu? Yoksa Enis Rıza’nın yaptığı seçkinin son hali mi geldi önünüze? Kimi fotoğrafta direkt o kişiye/olaya dair yazdıklarınızı, kimindeyse o karenin sizde uyandırdıklarını okuyoruz. Her bir fotoğrafla baş başa uzun vakitleriniz mi geçti, nasıl bir yöntemle hazırlandı yazılar?

Önce nasıl bir kitap hayal ettiklerini anlattı Burhan. Fotoğraf ve yazılarla 100 yıllık bir Türkiye’yi izlemek istiyorlardı. İstediğim fotoğrafı seçmek ve üzerine yazmak inisiyatifi baştan sona bana aitti. Yazıların hacmi de öyle. İstersem tek cümleyle, ya da bir-iki sayfayla anlatabilecektim. Üç binin üzerinde fotoğrafın olduğu bir arşiv kondu önüme. Bilgisayar üzerinden, günlerce tek tek bu fotoğraflara baktım. Bir kısmı bazı arşivlerin toplu fotoğrafları olduğu için birbirine çok benzeyen anlara aitti, onları ayıkladım. 1910-2010 arası dönemleri kendi içinde tarihsel olarak da gruplandıracağımız için fotoğraf seçimlerinde dengeli davranmaya çalışarak beni en  çok etkileyen 150 civarında fotoğrafı ayırdım. Sonra herbirisini tek başına bir yazı konusu haline getirdim. ‘’İyi fotoğraf, fotoğrafta gözükmeyeni akla getirir’’ diyen Berger, üslup konusunda yol göstericim oldu. Yazısını yazdığım fotoğraftaki an ya da kişilerle ilgili ulaşabileceğim tüm bilgilere ulaşmaya çalıştım. Bazen de sadece bende uyandırdığı ilhama bıraktım kendimi. Benim ilk gençliğim diyebileceğim 80 öncesinin fotoğrafları ya da sinemaya dair fotoğraflar ister istemez daha çok ilgimi çekiyordu. Doğrusu yazılarda sanki bir parça bu ikisi ağırlıklı olarak öne çıktı. Onları dengelemeye çalıştım en fazla. Yaklaşık 80 civarındaki yazı, Burhan Sönmez’in editörlüğünde ve Enis Rıza’nın seçtiği diğer fotoğraflarla birlikte en son halini alarak kitaba dönüştürüldü.

** Ulaş Bardakçı’nın fotoğrafı, aslında kitabı da özetler gibi; “Benim ömrüm bitti; ama ne öldürmeleri, ne de faili meçhulleri bitti ülkemin” diyorsunuz. Kitapta en çok faili meçhullerin, ölümün, yoksulluğun anları, özeti var. Bu kitap vesilesiyle Türkiye tarihinin acılarla dolu anlarıyla baş başa kalmışsınız. Duygusal açıdan neler bıraktı sizde bu çalışma? 

Bir yazımda Kemal Tahir’den söz etmiştim: Kemal Bey, yokluk ve sıkıntılarla geçen 15 yıllık cezaevi hayatı boyunca umut ve coşkusunu hiç kaybetmez. Cezaevinden çıktığında koltuğunun altında iki romanla on iki tefrikası vardır. Karısı Fatma İrfan’a cezaevinden yazdığı bir mektupta: “…İnsanlar bizim günlerimizden daha kötülerini masal yapmasını bildiler. Kuvvetlerimizi felakete karşı deneme fırsatını bulduk. En tatlısı, “Hey canına, biz neler çektik” diye söze başlayabilmektir. Hikayesi olmayan adamlara acıyor gibiyim…” der. Kötülükleri masal yapmasını bilmek. Hayat da böyle bir şey değil midir zaten. Kuvvetlerimizi felaketlere karşı deneme fırsatının bolca sunulduğu bir coğrafyada doğmak düşmüş payımıza, ne yapalım! Hikayelerimiz var bizim de, onlara yaslanır, onlarla yaşlanırız.

** Sizi en çok etkileyen, yazarken en çok zorlayan kare hangisi oldu?

Özellikle ölüm fotoğrafları, Battal’ın, Ulaş’ın, Erdal’ın… Bir de cezaevi görüş fotoğraflarına dayanamıyordum. Ama galiba en çok Kızıldere’deki infazdan sonraki görüntülerin olduğu fotoğraftan etkilendim. Ne yazabilirdim ki! Fotoğrafın şiddetine dokunmayan, onu tarif etmeye kalkışmayan bir şey yapmak istedim, Bu yüzden, Marcos’dan okuduğum bir çocuk masalı anlatmayı yeğledim; yağmur damlası olmaya çalışan küçük bir bulutun masalını.

 

Bahar Çuhadar